25 Mayıs 2025 Pazar

Voilà Monsieur Conseil ❤️💛

Sene 1983, Eylül ayı. 11 yaşında mini minnacık, narin bir kız çocuğusunuz. İstanbul'da oturuyorsunuz ama okulunuz karşıda, Avrupa yakasında. Gidip gelmeniz mümkün değil. Servis olayı yok. Ailenizin imkanları da size özel araç tahsis edecek durumda değil. Üstelik araba tutuyor. Toplu taşımaya binseniz sizi görmez üstünüze basarlar. Hepsini geçtim, ailenizde Fransızca bilen yok. Onca ödevi kim yapacak? Kim anlayacak da size göz kulak olacak, yolunuzu aydınlatacak? Zor bir karar veriyor büyüklerim, Feyza yatılı okuyacak🥹 Bostancı'da oturup Ortaköy'de şimdi üniversite olan o devasa yüksek tavanların olduğu, saray yavrusu binada yıllarca yatılı okudum ben. Okul numaram, 560, küçük olduğundan deniz tarafından başlayarak dizilen yataklarda ilk ben konuçlandım. Boğaz'dan geçen şehir vapurları ile arkadaş oldum sabahların ilk ışığında, Üsküdar tepelerindeki evler ile göz göze geldim karanlık gecelerde. Hikaye çok uzun ve derin, onu başka bir bölümde okuruz birlikte. 

Okulun ilk günü... Kimseyi tanımıyorsunuz, herkes yabancı gözler ile bakıyor birbirine. Seçilmiş çocuklarız, üstelik o dönemin LGS'sini beşinci sınıfı bitirince kazanmışız ☺️ Hayat yolculuğunuzun en başında, belki de kendinizi ilk defa bir birey gibi hissettiğiniz yaşın getirdiği sorumluluk daha o gün yüklenmiş sırtınıza. Derken bir adam giriyor sınıfınıza. Uzun boylu, sakallı, çakır gözleri mavi mavi parlıyor size baktıkça. Şeytani bir gülümseme ile sizi selamlıyor. Hiç anlamadığınız bir dilde, size sizin ile ilgili bir çok şey söylüyor. Tekrar ediyor, anlatıyor, gösteriyor. Bizden çıt çıkmıyor. Sadece bakıyoruz. Sorular soruyor. Tarif ediyor. Bizden çıt çıkmıyor. Uzun boylu, sakallı adam kızarıyor, mavi gözlerinde şimşekler çakıyor, homurdanıyor ve bir hışımla sınıftan çıkıyor. Bizden çıt çıkmıyor. Kısa bir süre sonra içeriye Hazırlık G sınıfının öğretmeni Sevgili İhsan hoca ile birlikte giriyor. İhsan hoca bize dönüp Monsiur Conseil'in sene boyunca kullanacağımız ders materyalleri ile ilgili ince detayları veriyor. 6 ortalı, düz çizgili harita metot defteri, kenar çizgisiz !!! Bir adet "silinebilir" mavi, kırmızı ve yeşil tükenmez kalem. Emar marka 😅 Emar acaba günümüzün Pilot MR'ımı emin değilim. Silinebilir kalem mi? Nasıl yani? Tükenmez ama siliniyor. Olacak şey değil. Bir sonraki hafta sonu evci çıktığımda ailem seferber oluyor kalemleri bulmak için. Kadıköy'de zamanın en büyük kırtasiye dükkanı Gençlik Kitabevine gidiliyor. Bulamıyoruz. Çok korkuyorum bulamayacağız diye. Bir aile dostumuz Tahtakale'den getiriyor. 

O defter ve o kalemler ile başlıyoruz hep birlikte, aynı anda, ayrışmadan, ötekileştirilmeden, eşit imkanlarla, sade, yalın. Benim bazen sayı 24 iken bile tahammül edemediğim yorucu sınıf kalabalıklarımda, uzun boylu, sakallı, mavi çakır gözlü adam bir bakışı ile hizaya soktuğu 37 öğrenciyi ilmek ilmek işliyor.  Her sayfanın sol başına 3 cm genişliğinde kırmızı kalem ile dikey çizgi çekiliyor, her sayfanın üst sayfa ortasına sayfa numarası yazılıyor, sağ ve sol başına tire konuluyor, altına o sayının okunuşu yazılıyor. 37 öğrencinin de otuzuncu sayfasının 12. satırında bugün bile açsanız aynı cümle yazıyor. Fiil çekimleri kırmızı ile isim olan her yeni sözcük yeşil ile ve ana metin hep mavi ile. Bu nasıl bir özveri, bu nasıl bir öğretim rol modeli ve bu hangi dürtü mesleğimin yirmisekizinci yılında ben bugün bile hayret ediyor, idrak edemiyorum.



Derken hayatımıza çoluk çombalak Thibaut ailesi giriyor.  

"Voilà Monsieur Thibaut, Voilà Madame Thibaut" 


 
                                

Ve o uzun, sakallı, mavi çakır gözlü adam 42 yıl sonra bizleri görmeye geleceğini yazıyor geçenlerde. Hepimiz içimize kaçıyoruz heyecandan. Elimiz ayağımıza dolaşıyor, dilimizi yutuyor, lâl oluyoruz. Sonra birden bize öğrettiği çocuk şarkılarını söylüyoruz avaz avaz hep bir ağızdan, dünyanın dört bir yanından sanal sınıflarda buluşuyoruz. Bir what's up mesajından soruyor bize; "Thibaut ailesinin çocuklarının adı neydi?" Hepimiz birden aynı anda yazıyoruz;  "Catherine et Paul!" Defterlerimizi çıkarıyoruz dolaplardan, zaman duruyor, sınav kağıtları, ödevler ve asla unutamadığımız "Désormais" (bundan sonra) ile başlayan PUNITIONlar (cezalar) hani en az 50 defa yazdığımız, hatalarımızdan bile öğrenmemize fırsat verdiği o cümleleri sıralıyoruz tek tek. 
 



Hayatta bazı insanlar vardır, sizi siz yapan, siz kendinizi bile henüz tanıyamamışken size dokunan, size şekil veren, daha yaşarken efsaneleşen. İşte öyle bir adamdır bizim öğretmenimiz, François Conseil. Değil IQ, kırk sene evvel EQ, duygusal zekanın kitabını yazmış, sosyal duygusal öğrenmenin vücut bulduğu, Ölü Ozanlar Derneği'nin Bay Keating'i, "Kırk yılda gelir Barış gibisi" diyen Barış Manço gibi sizi anlayan, sizi koruyan, sizi düşünen, sizi unutmayan, çantasından sizin ona kırk yıl önce yazdığınız mektupları çıkarıp size, ödünç aldığı defteri kırk yıl sonra sahibine geri veren, sizinle birlikte en sevdiğiniz şarkıyı, "Sur le pont de Nantes", zıplaya zıplaya söyleyen, şarkının hikayesini resmettiğimiz ödevimizin kazanını çantasından çıkarıp sizi şok eden 😊 





Ne çok ağladığımı fısıldadım kulağına bugün 84 yılı Mart ayı karnemdeki kötü puanları aldığım zamanı hatırlayarak. Öyle güzel teselli etti ki sözleriyle, çocuk yaralarım şifa buldu sayesinde. Birlikte inceledik karnemi ve öğretmen olduğumu duyunca çok mutlu oldu. "Eminim sen de öğrencilerin için çok kıymetlisindir dedi bana. "Tırnağın bile olamam, Monsieur." dedim ama sayende çok şükür hepimiz adam olduk. 

❤️💛 Çok yaşa Monsieur ❤️💛 

Her zaman kalbimizdesin. 










29 Nisan 2024 Pazartesi

Eskidendi, çok eskiden...


     
“Bil de yapma yavrum  diye 7 yaşımda öğrettiler örgü örmeyi… " diye başlayan çok sevdiğim eğitimci  bir arkadaşımın yazısı ile birlikte 80’li yıllara, çocukluğuma ışınlandım yine bu sabah.

🎈 Şu an var olan “sözde” terbiye edicilerin hiçbirinin hayalini dahi kuramadığımız bir dünyada büyüdük biz 80'ler. Kendi oyuncağını imal edecek kadar ehildik. Plastik kokan, kalitesiz, aynı kalıptan çıkmış otomobilleri türlü malzemelerle süsler, bir tel yardımı ile uzaktan kumandanın yanından bile geçemeyeceği donanımda “en trend sensin” hale getirirdik. Küçük bir kız çocuğu olarak ben annemin dikiş kutusundan aşırdığım renkli toplu iğneleri özenle saplardım ön kaportaya.
🎈Günümüzün “DI,destination imagination-Hayale Yolculuk” kulübünün vasıflı elemanlarıymışız bizler bilmeden meğer. Kibrit çöpleriyle resimler yapardım hiç sıkılmadan. Gazoz kapaklarıyla bir yerleri kaplardım. Bugün “örüntü” diye konusunu anlatıyorum derslerimde.
🎈 Ahhh TİPİTİP… Küçük aklımın dev kahramanı. Arada alıyor, atıyorum ağzıma bir tane ama ne o koku nerde o aroma? Minik makasla mikroskobik boyutta keser bir kutu içinde biriktirirdim Tipitiplerimi. Açar bakar, tek tek sayar sonra tekrar saklardım mesela. Çokomel yediğimiz ve yaldızını özenle kitap aralarına yerleştirdiğimiz günler yine o zamanlardı şüphesiz.
🎈Günümüzün popüler mekanlarında göze çarpan örgü bikini, yelek vb motiflerinden yatak örtüsü örmüşlüğüm var benim, bir yaz tatilinin sıcağında bayılarak bitirmiştim. Aylar sonra bittiğinde yıkamış, bir de ütülemeye kalkınca ORLON yün sünüvermişti, bir gün bile yayamamıştım yatağıma.
🎈Mektup yazardım ben. Haziran ayında karne günü koca yaz görüşemeyeceğiz diye gözyaşları içinde ayrıldığım arkadaşlarıma ertesi günden başlayarak günün havadislerini yazar, en yakın postaneye üşenmeden gider yollardım. En güzeli de neredeyse her gün posta kutusundan bana bakan aşırı sevgi ve özlem içeren bir cevaptı.
🎈Temmuz sıcağında Andre Agassi'nin saçlarını hatta yelesini daha doğru olacak, savurarak heyecanla izlediğim Wimbledon maçlarını hiç unutmuyorum mesela. Takip ettiğini bildiğim arkadaşımdan gelen cevapta günler sonra aynı duyguları yaşadığımızı bilmek mutluluğumuzu misliyle katlardı. Günümüz karşılığı sanırım "What's Up" oluyor.
🎈Şanslı bir çocuktum, Almanya’da yaşayan büyüklerim izne geldiklerinde beni çok uzun süre oyalayacak bir oyuncak getirirlerdi. Yapboz, lego tarzı bir ürünle günler değil yıllarımı geçirdiğimi bilirim. Tek tek sayar, renklerine göre ayrıştırır, modeller yapar sonra söker tekrar yapardım. Bir tane idi ama ben bin ürün çıkarırdım. Birbirine karışmış 3 puzzle kutusu parçasını ayırmışlığım ve görseli tamamlamışlığım vardır Beni yakından tanıyanlar puzzle sevdamı bilirler.
🎈Sözlük okurdum, çok beğendiğim kelimeler ile kendi sözlüğümü hazırlardım. Tuhafmışım, kabul ediyorum.
🎈Yaş dönemime uygun bir derginin abonesi olur, tüm hafta veya ay bir sonrakinin çıkmasını telaş içinde beklerdim. Milliyet Çocuk dergisinden Bluejean dergisine geçmek bence sansasyonel bir aşama olmuştu. Elbette kendi harçlığımızdan satın almanın gururunu da taşırdık bir yandan.    
       
         Şöyle bir düşünüyorum da çocukluğum bana en çok sabretmeyi, yoktan var etmeyi, mızmızlanmamayı öğretti. Bugün bile zorda kalsam bir “Zihni Sinir Procesi” bulur, kendimi kurtarırım. İyi ki o dönemin çocuklarıymışız. İyi ki hiçbir şeyimiz yokmuş. Ne mutlu ki her şeyi olan ama hiçbir şeyden memnun olmayan bugünün yavrularına hala anlatacak, öğretecek çok şeyimiz var bizim dağarcığımızda. 

Haydi kalın sağlıcakla❤️




24 Nisan 2024 Çarşamba

OKU, BABAN GİBİ EŞEK OLMA!

"Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın, onlar nasıl olsa size benzeyeceklerdir; 'KENDİNİZİ TERBİYE EDİN YETER!...' İbn Haldun

13 Haziran 2020 Cumartesi


COVID 19 iyi ki geldin asla diyemem ama... 

Kasım ve mart aylarını genelde çok sevmem. Bana hep normalden uzun gelirler. İçinde bulunulan dönemin ne başı ne sonundadır bu aylar. İşler yoğundur, ilk sınavlar bitmiştir. Bir yandan geride kalan öğrencileri desteklemeniz gerekir, diğer taraftan başarılı olanları motive etmek ve onlar için çıtayı yukarda tutmak önemlidir.

Proje kontrolleri vardır. Veli görüşmeleri yoğundur. Ara sınav yapmanın, öğrencileri dürtmenin tam zamanıdır. Farklı bir içerik hazırlamak, ortamı hareketlendirmek için faydalı olabilir. İkinci sınav sorularının hazırlığına da bir an önce başlamak hiç fena olmayacaktır. Kısacası dönem sonunu görmek için epey bir çabalamak gerekmektedir. Ama aynı zamanda o günlerde hepi topu beş iş gününden oluşan bir ara tatiliniz vardır ki tadından yenmez. O ara tatili beklemek şüphesiz içinde olup tüketmekten daha keyiflidir.

Mart ayının ikinci haftası ise ortaokulumuzda biz matematik öğretmenleri için çok özeldir. KOÇ MATEMATİK HAFTASI olarak kutlanan bu hafta çeşitli etkinlikler, yarışmalar, konuşmalar, atölye çalışmaları ile şenlik tadında geçirilir. Öncesinde yapılan yoğun hazırlıklar ve planlamalar, sonrasında yerini bir sonraki için hayal kurmaya ve yaratıcı düşünmeye bırakır. Bu sene 9-13 Mart haftasını bir rüya tadında geçirmenin sarhoşluğu hala üzerimizdeyken uzaktan uzağa seyirci kaldığımız Covid-19 fırtınası bizleri de bir anda etkisi altına aldı. Bölüm odamızı bile toplamadan o cuma günü okuldan apar topar ayrıldık. O gün servise binmek için elim kolum dolu yürümeye çalışırken bir öğretmen arkadaşımın söylediği “Gidip de dönmemek, dönüp de bulmamak var” deyişi şu an bile kulaklarımda. Şu an kendisinin ne demek istediğini o kadar iyi anlıyorum ki... 

Bir pazartesi sabahı, evdeyim. Hani şu meşhur pazartesi sendromu olan günlerden biri. Çok uzun yıllardır belki de pazartesi kahvaltısı etmemişizdir ailecek. O gün, bir sonraki gün, o hafta derken çok yeni bir hayat başladı tüm evlerde. LGS’ye hazırlanan, ondört yaşın getirdiği türlü fiziksel ve psikolojik süreçleri yaşayan oğlum, yirmi iki yıl üzerinden kafayı değiştirip şubat ayı başında “home office” çalışmaya karar veren eşim ve 93 çocuğun sorumluğunu taşıyan bendeniz “Feyza Teacher” bir evin içinde öylece kalakaldık. Evin salonu benim için bölüm odası oldu, yemek masası çalışma masasına evrildi, teknoloji denilen dev arkamızdan ittikçe yeni odalar, ortamlar açıldı önümüzde.  Zoom dediler hep birlikte bir anda zoomladık, BBB’de buluşalım dediler hemen girdik bir daha içinden çıkamadık, ekranın karşısına bir oturduk ve kalkamadık.

Uzaktan eğitim sürecini idrak etmek ve sonrasında öğrencilerimize yetebilmek için çok da fazla zaman gerekmedi aslında bizlere. Meğer hepimiz doğuştan kameralara alışık birer canlı yayın spikeri, birer teknik destek elemanı, birer sorun çözücü imişiz de bu zamana kadar farkında değilmişiz. Çok kısa bir zaman sonra tüm sınıflarımızla “online” sınıflarımızda derslere başladık. Öğrenmenin, kişinin kendi kendine bilincine vardığı, sorumluluğunu taşıdığı bir davranış biçimi olduğu nasılda bir anda ortaya çıktı. Bizler keyifle içeriklerimizi zenginleştirmeye, interaktif öğrenme ortamları hazırlamaya çalışırken perdenin diğer tarafındaki öğrencilerimiz hatta velilerimiz, anneler babalar evet dedeler ve nineler !!! bile bizleri takip etmeye, olayı kafalarında çözmeye, ölçme ve değerlendirmenin olmadığı bir süreçte asıl olan “öğrenme”nin tadına varmaya başladılar. 



Hiç aklımızda yokken birdenbire ama bir o kadar da hızlı girdiğimiz bu uzaktan eğitim sürecinde bugüne kadar her birimiz oldukça yol kat ettik. Ev ortamında sınıfı yaşamak, salondan veya oturma odasından öğrencilerin ortamlarına misafir olmak hiç şüphesiz daha önceden çok da tecrübe ettiğimiz bir şey değildi. Bu süreçte mutlaka her birimizin başına gelen türlü yaşanmışlıklar da oldu. Anne, baba, eş, abla, kardeş, çocuk sıfatlarımızla ekranda otururken arka tarafta kapalı kameralar ardında kim bilir neler yaşandı bitti? Siz hiç ders anlatırken çay içtiniz mi? Bir toplantıda iken kapı ziliniz, cep telefonunuz çaldı mı? Kargocu veya sucu geldi mi? İnternet bağlantınız genelde varken hiç olmadık bir yerde kesildi mi? Öğrencinizle bir soruyu tartışırken arkadan veliniz sufle verdi mi? Proje sunumları da ekrandan pek ala yapılabildi. Bir anı defteri yazacak kadar birikti tüm bu yaşananlar içimizde. Demek ki işin özü öğrenmek ise önemli olan “niyet”miş. Kişi kendini bildikten sonra kendine sunulan imkanları doğru kullanarak amaca ulaşabilmekte ve kendini geliştirebilmekte imiş.

Elbette birbirimizi çok özledik. Sohbet etmek, şen sofralarda buluşmak, kültürümüzde var olan dokunmak, sarılmakmış meğer beraber olmak. İşe gitmeden de iş yapılıyormuş ama gidip gelmekmiş esas olan, trafikte kalmakmış mesela, servis beklemekmiş sabahın ayazında. Biz bayanlar için daha gün aymadan “bugün ne giysem?” diye düşünmekmiş dolabın karşısında. Sahilde yürüyüş yapmak için hafta sonunu beklemekmiş. Hatta fırsat bulamayıp pazar akşamı olunca söylenmekmiş kendi kendine. Evde ekstra bir şeyler yapabilmek için zaman kovalamakmış, hobilere vakit ayıramamaktan şikayet etmekmiş... Mart ayından bugüne tüm bu özlemler birbirine karıştı benliğimizde. Çok şey öğrendik birbirimizden, çok şeyin farkına vardık, işimizi daha iyi yapabilmek için kendimize format attık, araştırdık, yenilendik, paylaştık ve paylaştıkça çoğaldık. 



Covid-19 iyi ki geldin asla diyemem ama hiç şüphesiz biz insanoğlunu çok derin uykulardan uyandırdın. Bizler bir yandan tüm dünyada yok olup giden canlara kahrolurken diğer yandan unuttuğumuz birçok değeri hatırlayıp hayatımıza kattık ... 
Sağlıklı bir gelecekte, tüm çalışma arkadaşlarım ve sevgili öğrencilerimle okulumda olmak özlemiyle, hep birlikte bugünleri anmak ve çok daha iyisini, güzelini yapmak umuduyla herkese şahane bir yaz mevsimi dilerim.

12 Haziran 2020 Cuma

Benİm puzzle dünyam 



Kendimi bildim bileli puzzle yaparım ben. Almanya'da doğmuş olmam daha çok küçük yaşlardan itibaren zengin bir yap boz koleksiyonumun olmasına imkan sağladı bana. Her ne kadar ben beş yaşında iken annem ve babam Türkiye'ye kesin dönüş yapmış olsalar da yine de uzun yıllar orada yaşayan yakınlarımın bana getirdikleri oyuncak ve materyaller beni ve ruhumu zenginleştirdiler. O zamanlar saatlerce oturur, kardeşim sayesinde birbirinin içine girmiş farklı görsellere ait puzzle parçalarını önce ayıklar, sonra olmayan kutularına rağmen çözmeye çalışırdım. Çözerdim de... 




Puzzle dilimize yapboz olarak aktarılmış; aslen bulmaca, bilinmeyeni çözme anlamı taşıyan bir oyundur. Puzzle birçok parçadan meydana gelir ve belli bir görseli tamamlamak için tüm parçaların en doğru şekilde birleştirilmesi gerekir. Belli bir şekli olmamakla beraber yapbozların farklı görselleri, boyutları ve parça sayıları olanları mevcuttur.






Puzzle ile haşır neşir olan kişilerin en önemli kazanımı şüphesiz ki sabırdır. Bu durum özellikle de parça sayısı çok fazla olan puzzle türleri için geçerlidir. Karmaşık bir görseli son haline getirmek, minik parçaları doğru şekilde birleştirmek ciddi bir sabır gerektirir. Puzzle kişiye ayrıca sorumluluk bilinci kazandırır.


Puzzle ilk olarak 1760 yılında John Spilsbury tarafından yapılmıştır. Haritacı ve coğrafyacı olan Spilsbury'nin başlattığı bu akım zaman içerisinde geliştirilmiş ve hemen her yaş kitlesine hitap etmiştir.  Yapbozun çıktığı ilk günden bu yana kişilerin çözüm yolları geliştirme konusundaki yetilerini geliştirdiği görülmüştür. Hatta bu konu birçok araştırma için tez konusu haline gelmiştir. İlk zamanlarda çok basit görseller ve az sayılı parçalarla yapılan puzzle, günümüzde hem binlerce parçadan oluşmakta hem de birbirinden karmaşık görseller şeklinde hazırlanmaktadır.


Bir puzzle’a başladığınız zaman parçalar karmaşıktır. Fakat bu kaosun içinde size kolay gelen bazı şeyler mutlaka bulursunuz. Puzzle kutusunun üzerindeki resim eninde sonunda çıkacaktır.
Hayatımızda da benzer durumlar yok mu? Olayların kontrolümüzden çıktınız hissettiğiniz zamanlarda, aslında puzzle’ın parçalarını birleştirmeye uğraşmıyor muyuz?



Bir hobi edinmek için 500 parçalık beğendiğiniz bir görsel ile başlamanızı öneririm. Zamanla 1000, 1500, 2000, 3000 ve belki çok daha fazla parçadan oluşan puzzlelar sizin olabilir.
Son senelerde tamamladığım görsellerİm



Hobiniz, kendinize ait odanızdır.

Hobi, hayata pek çok farklı perspektiften bakmayı ve bazı konularda derinleşmeyi getiren, kimi zaman farklı el ya da zihin becerileri kullanmanızı gerektiren, günlük hayat gerçeklerinden sıyrılarak soyut ya da somut şeylere konsantre olmanızı sağlayan ve en önemlisi bunları yaparken sizi zorlayan, farklı gelişim fırsatları sunan bir tutkudur.
Hobi, bir boş zaman aktivitesi değildir çünkü gerçek tutku "zamanım kalmıyor" bahanesini kabul etmez, zamanını sizden talep eder. Hobiniz sizden belirli bir disiplin bekler.

Hobi deyince çoğumuzun aklına bir enstrüman çalmak ya da resim yapmak geliyor ama yeteneğimizin olmadığı inancıyla da bundan uzak duruyoruz. Oysa hobiyi "derinleşmek" olarak düşündüğümüzde kendimize nelerden hobiler yaratabileceğimize tekrar bakabiliriz.

Tutkunuza ne kadar zaman ve para ayırabileceğiniz size kalmış ama bugün birçok şeye ulaşmak çok daha kolay. Eğer deniz fenerlerini seviyorsanız minik deniz fenerleri koleksiyonu yapabilirsiniz. Bir süre sonra size hediye gelmeye başlar yenileri. O fenerlerin tarihinde ne güzel hikayeler var, deniz fenerleri ile ilgili çekilmiş ne çok film var. Deniz fenerlerini en güzel resmeden ressamı araştırabilirsiniz. Bazılarımız bunları görebilmek için dünyanın öbür ucuna seyahat planlayacak kadar şanslı bile olabilir. Ağaçları seviyorsanız, Türkiye'nin en yaşlı ağaçlarını biliyor musunuz? Bunların fotoğrafını çekmek size nasıl geliyor?

Tutkunuzu boş zamanlarınıza bırakmayın… Zamanı siz planlayın. Yapmak zorunda olduklarınızın kalan zamanınıza da ne kadar rahat sığdığını göreceksiniz. Size sürekli yeni bir şeyler öğretmesine, yeni şeyler denetmesine ve hatta sizi zorlamasına izin verin. 
Hobiniz kendinize ait odanız olsun, kendinizi asıl var ettiğiniz yer olsun.




PUZZLE DENİNCE...
Psikoloji ile puzzle arasında bir ilişki olduğunu biliyor muydunuz? Puzzle insan ruhu gibidir; bir bütünün parçalara ayrılmış hali… Siz iyi olmak isterseniz o da o şekilde karşılık verir.
Bazen biz puzzle tamamlarken bazen de puzzle bizi tamamlayabilir. Puzzle kimi için parçaların oluşturduğu bütünken kimi için bütünün parçalara ayrılmış halidir; tıpkı insan ruhu gibi. 
Kimi insan bütüncül eyilimliyken, kimi de parça eğilimlidir. Kimi toplumcuyken, kimi bireycidir. Kimi bütünü ararken, kimi ayrıntıyı arar. Kimi puzzle ile toplanırken kimi de dağılabilir. Puzzlelar bizi bu anlamda tanılayabilirler.

Dikkat eksikliğini giderir.

Puzzle, aynı zamanda bir hobi olarak vakti değerlendirmek anlamında da bir mana kazanabilir. Hobiler insan hayatına anlam katan uğraşılardır. Salata gibi yemeğe tat katan bir unsurdur, hayata renk katabilir. Hayatı hızlı yaşadığımız bu modern çağda bize durmayı fısıldayan, biraz daha yakınımıza odaklanmamızı sağlayan hoş bir uğraşıdır. bu anlamda da dikkatimizi kendimize odaklamamızı sağlayabilir. çağımızın hastalıklarından biri olan dikkat eksikliğinin giderilmesinde de çok etkilidir. Sabretmeye, sonuca odaklanmayı, süreci keyifli hale getirmeyi, dikkat ve konsantrasyonu güçlendirmeyi bir oyun haline getirir.



Parça-bütün ilişkisi
Şekil-zemin algısı, tüme varım-tümden gelim, muhakeme-mukayese, sınıflama-sıralama, analiz-sentez, problem çözme, alternatifleri deneme, çözüm üretme, benzerlik-farklılık, dikkat ve konsantrasyon güçlendirme, el göz koordinasyonu, algılama, hareket zaman etüdü, analitik düşünme, akıl yürütme, bütünleştirme-eşleştirme-ardışıklık, merak-keşif, üretkenlik, sabır, bağımsız iş yapabilme, sosyalleşme, hedefe odaklanma gibi becerileri kuvvetlendirebilir.
Puzzle bir öğrenme ve öğretme yöntemidir. Problem çözme yöntemlerinin geliştirilmesi üzerine odaklanmıştır. Kısaca puzzle problem çözme becerisini güçlendiren bir yöntem olarak tanımlanabilir.




Problemlerin nasıl çözüleceği üzerine düşünmeleri öğretilmeyen öğrenciler hatalı yönlendirilmiş olurlar... Dersler ve ders kitaplarıyla gerçek yaşamı anlamada başarılı olamazlar. İlk matematiksel puzzle Sümer yazıtlarında M.Ö. 2500 tarihinde kullanılmıştır.

Pek çok öğrenci soruları çözmede düşünme becerilerini kullanmazlar. Bu yaklaşım öğrenim ortamının tümünde kendini göstermekle birlikte etkisinin en fazla görüldüğü dal matematiktir. Bazı düşünürler genel öğrenim yöntemlerinin dışına çıkarak bağımsız düşünce – problem çözme becerileri üzerine kitaplar yazdılar. Bunlardan biri Alex Fisher’in“Kritik Düşünce” adlı kitabıdır. İngiliz bilim insanı Alcin, 732 yılında gençlerin problem çözümünde bilmeleri gerekenlerle ilgili 50 puzzle içeren bir eser yazdı.Peter Winkler “Matematik Puzzle” adlı eserini yazdı. Daha pek çok matematikçi eserlerinde matematik öğrenimi ve problem çözme becerilerini geliştirmek için puzzle’ı kullanmayı önerdiler.

SONSÖZ 
  • Ezbercilikten kurtulma
  • Doğruyu düşünme ve görebilme 
  • Dikkati artırarak çoktan seçebilme, doğru karar verme, gruplama yetisini artırma 
  • Beyin fonksiyonlarını geliştirerek yaşam başarısını artırma, erken bunama ve unutkanlık sorunlarını azaltmakta
  • Başarma ve öz güven duygusunu artırma
yetilerinin gelişimi için özellikle çocukluk yaşlarından başlayarak yapılan bu yararlı uğraşın yaşamı daha kaliteli hale getireceği açıktır. 


Bir parça da sen koy !


Tüm görsellerimi ziyaret etmek için 



Hobiniz kendinize ait odanız olsun, kendinizi asıl var ettiğiniz yer olsun.

16 Mart 2020 Pazartesi




Bir kadın gittiğinde ... 



“Kadınlar gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar.
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde ‘yetim-öksüz’ kalan çok olur: Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde...
Ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider... Bir dost... Bir arkadaş... Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.
Bir kadın gittiğinde; kapı eşiğindeki ‘Dikkat et’ duyulmaz, annesi gitmiştir ‘geç kalma’nın.
Bir kadın gittiğinde...
Balkon artık sessizdir. Koridor kimsesiz.
Bir kadın gittiğinde... Ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider... Bir dost... Bir arkadaş... Bir sevgili...”

     
Ne güzel yazmış gazeteci Bekir Coşkun... 16 Mart 2015 Pazartesi gününden bir yana tıpkı biz de böyleyiz anne. Kendimizce bir teselli mekanizması geliştirdik, çarkımızın içinde dönüp duruyoruz sensiz olabildiğimizce. Bir çok işimiz hala aksıyor, ya da yapmayı beceremediğimizden erteleyip duruyoruz sürekli. Yemeklerde fena değiliz, bir çok tadı seninkilere benzettik diyebiliriz ama şu lahana sormasını dün yine denedim, olmadı mübarek. Pazartesi günleri okuldan geldiğimde mutfaktan güzel kokular gelmiyor. Ocakta üç kap yemek, fırında ılık kek yok. Salonda dikimi henüz tamamlanmış bir sürpriz kıyafetim de asılı değil. Pantolon paçalarımı görmemen çok iyi, senden kalma bazı kumaşlar duruyor, daha becerip de bir şekil veremedim hiç birine. Daha çok zaman idare ederiz zaten biz senin bize bıraktıklarınla. Çekmeceler dolu hala. Aradığımı buluyorum sayende kolaylıkla. 

Yaşamanın da tadı kalmadı inan. Bir illet dünyayı karantinaya aldı, evden çıkamıyoruz. Yarından haberimiz yok. Geleceğe umut bağlamak da yalan oldu. Gerçek olan geçmişimizmiş. İyikilerimizle nefes alıyoruz. İyi ki gitmişiz, iyi ki görmüşüz, iyi ki sevmişiz. "Keşke"lerimizi iyikiler ile başlatabildiğimiz sürece daha mutluyuz aslında.

Böyle işte anne. Hayat devam ediyor. Benden istediğin son şarkının sözleri her şeyi özetliyor aslında. Nurlar içinde uyu.

Atlı karınca dönüyor dönüyor   
Dünya durmadan dönüyor dönüyor 
Yalnız dönmeyen bana sensin 
Bekliyorum hep sen neredesin 
Çiçekler güneşe dönüyor dönüyor 
Dünya durmadan dönüyor dönüyor 
Yalnız dönmeyen bana sensin 
Bekliyorum hep sen neredesin 
Bir haber de mi bile gönderemezdin 
Hiç değilse bileyim sen nerdeydin 
Yoksa sen kalpsiz miydin 
Yoksa kalbin elbet dönemezdin 
İçmişim başım dönüyor dönüyor 
Ayrılanlar hep dönüyor dönüyor 
Yalnız dönmeyen bana sensin 
Bekliyorum hep sen neredesin 

FECRİ EBCİOĞLU

Marc Aryan - Dünya Dönüyor










19 Ağustos 2019 Pazartesi

SİZ HİÇ AYNI OKULDA 20 SENE ÇALIŞTINIZ MI?




Ben çalıştım. Tavsiye ederim, kendinizi mükemmel hissettiriyor. En iyisi olduğunuzu sanıyorsunuz. 
Veli öğretmen tanışma günlerinde siz onları değil, onlar sizi tanımak için uğraşıyor. Tesadüf veya zorunluluktan farklı bir sınıfa ders doldurmaya bile girdiğinizde öğrenciler sizi kapılarda karşılıyor, tanımasalar da mutlaka ders sonu sizi en sevimli halleriyle yolcu ediyor, “Yine gelinnn!” diye aralarda koridorda yolunuzu kesiyorlar.  
Evet, ilk öğrencilerinizin isimleri artık hafızalardan siliniyor ama gözlerdeki ifadeler ve o çocuk bakışlar inanın hiç değişmiyor. Eski bir mezununuzun tiyatro oyununa gidebiliyor, evlenip çoluk çocuğa karışanların bebeğini sevebiliyor, en basitinden dışarıda buluşup bir kahve içebiliyorsunuz.. Ben gün geldi kendi öğrencimle meslektaş olup, birlikte sınıf bile yönetme şansı elde ettim.
1999 yılında stajyerliğimin bir türlü kalkamadığı özel bir okuldan kendi isteğimle ayrıldım. Buraya imzaya geldiğimde arabayı okul diye Colesium’a park etmiştim. Çünkü daha bu bina yoktu ve her yer inşaat alanıydı. 
O zamanlar iklimler de farklıydı. Özellikle bu bölgede farklı doğa olayları yaşanırdı. Uzuuunnn kar tatillerinden bahsetmeyeceğim. Bir gün okul paydos saatinde başlayan bir tipi fırtınası ile orman yolunda öğretmen ve öğrenciler servislerde mahsur kaldık. Saat 19.30’da jandarmalar tarafından Kavacık’ta karşılanmak bambaşka bir duyguydu. Bir dönem araçlarda benzer acil durumlar için hazır meyve suyu ve top kekler yer aldı. 
O tarihlerde kendim de çocuk olduğumdan bir gün aldım sınıfımı ders saatinde bahçeye kar oynamaya çıktım. Deliler gibi eğlendik. Bizi gören diğer sınıflardaki öğrenciler haliyle çıkmak istediler ama o dönemin müdürü beni odasına çağırıp uygun bir dille uyardı. Halbuki ders yerine kardan adam yapmak o an için çok daha zihinsel bir faaliyetti. 
Kar demişken, bir arkadaşımın tek taşı şimdiki İngilizce Bölümünün terasında kayboldu. Tüm okul o balkonda seferber oldu ve haftalar sonra mevsimin bile değiştiği bir sırada yüzük bulundu. 
Viyadük yoktu. Orman yolu bildiğiniz taşlı tarla şeklinde bir patikadan halliceydi. Bir gün bir yağmur yağdı, yol çöktü. Okul tatil oldu. Bir yağmur yağdı Acarkent’in şimdi göremediğimiz dereleri taştı, okul tatil oldu. Bir yağmur yağdı, sanat sokağının arkasındaki toprak şimdiki 6.sınıfların içine kaydı. Evet, ne tesadüftür ki Sosyal Bilgiler dersinde konu “erozyon” veya “heyelandı”. 
Yaparak, yaşayarak öğrendik her şeyi. Hatalarımız oldu düzelttik, anlaşmazlıklarımız oldu, konuştuk. Kırgınlıklarımız oldu, unuttuk. TED İstanbul bir ailedir. Kendinizi evinizde gibi hissedersiniz. Eğer bu hissiniz yoksa daha buralı olmamışsınız diyebilirim. Bir seminer için Bursa’ya gidip, yöneticilerinizden izin alıp İzmir üzerinden müstakbel eşinizi de görmüş olmanın heyecanıyla dönebilirsiniz. Sonrasında 2005 yılında farklı branşlardan on küsur öğretmen sözleşmiş gibi hamile kalıp, Gülen hocayı çıldırtmış olabilirsiniz. “Gidin, gidin doğurun gelin. Gözüme gözükmeyin!” diye arkanızdan seslendiğini o sene aramıza yeni katılan ve bir değil iki hamile öğretmenin dersini doldurup tarihi rekor kıran Emre Gözaydın öğretmene sormak gerek. Oğluma Emre ismini vermemin sizce bu durumla bir alakası olabilir mi? 
…Bu hikayeler bitmez. Daha çok uzun yıllar hatırlanıp, anlatılacak. Şöyle kabaca bir hesap yaparsak 1979-1999 okudum, 1999-2019 sizlerle birlikte çok şey öğrendim. Şimdiki planım 2019-2039 bildiklerimi, öğrendiklerimi öğretmek, "hak eden"lerle paylaşmak. Zaten hepimizin amacı doğru olanı öğretmek, doğru insanı yetiştirmek değil mi? 

Saygınızdan, gözlerinizdeki sevginizden güç alıp beni bu kadar yakından tanımayanların olduğu bir yere gidiyorum. Kabul edin yoğunluktan şu bahçede oturup kaç defa sohbet edebildik? Hiç olmazsa bundan sonra buluşup, sohbetin dibine vuracak bir sebebimiz olacak. 

Başta öğrencilerim, sonra oğlum ve en son puzzlelarım sizlere emanet. 

Hepinize en içten teşekkürlerimi sunuyorum.Sağlık, sevgi ve dostluk içinde kalın.  
Saygılarımla, 
                   demirfeyza@gmail.com 

Voilà Monsieur Conseil ❤️💛

Sene 1983, Eylül ayı. 11 yaşında mini minnacık, narin bir kız çocuğusunuz. İstanbul'da oturuyorsunuz ama okulunuz karşıda, Avrupa yakası...