Sene 1983, Eylül ayı. 11 yaşında mini minnacık, narin bir kız çocuğusunuz. İstanbul'da oturuyorsunuz ama okulunuz karşıda, Avrupa yakasında. Gidip gelmeniz mümkün değil. Servis olayı yok. Ailenizin imkanları da size özel araç tahsis edecek durumda değil. Üstelik araba tutuyor. Toplu taşımaya binseniz sizi görmez üstünüze basarlar. Hepsini geçtim, ailenizde Fransızca bilen yok. Onca ödevi kim yapacak? Kim anlayacak da size göz kulak olacak, yolunuzu aydınlatacak? Zor bir karar veriyor büyüklerim, Feyza yatılı okuyacak🥹 Bostancı'da oturup Ortaköy'de şimdi üniversite olan o devasa yüksek tavanların olduğu, saray yavrusu binada yıllarca yatılı okudum ben. Okul numaram, 560, küçük olduğundan deniz tarafından başlayarak dizilen yataklarda ilk ben konuçlandım. Boğaz'dan geçen şehir vapurları ile arkadaş oldum sabahların ilk ışığında, Üsküdar tepelerindeki evler ile göz göze geldim karanlık gecelerde. Hikaye çok uzun ve derin, onu başka bir bölümde okuruz birlikte.
Okulun ilk günü... Kimseyi tanımıyorsunuz, herkes yabancı gözler ile bakıyor birbirine. Seçilmiş çocuklarız, üstelik o dönemin LGS'sini beşinci sınıfı bitirince kazanmışız ☺️ Hayat yolculuğunuzun en başında, belki de kendinizi ilk defa bir birey gibi hissettiğiniz yaşın getirdiği sorumluluk daha o gün yüklenmiş sırtınıza. Derken bir adam giriyor sınıfınıza. Uzun boylu, sakallı, çakır gözleri mavi mavi parlıyor size baktıkça. Şeytani bir gülümseme ile sizi selamlıyor. Hiç anlamadığınız bir dilde, size sizin ile ilgili bir çok şey söylüyor. Tekrar ediyor, anlatıyor, gösteriyor. Bizden çıt çıkmıyor. Sadece bakıyoruz. Sorular soruyor. Tarif ediyor. Bizden çıt çıkmıyor. Uzun boylu, sakallı adam kızarıyor, mavi gözlerinde şimşekler çakıyor, homurdanıyor ve bir hışımla sınıftan çıkıyor. Bizden çıt çıkmıyor. Kısa bir süre sonra içeriye Hazırlık G sınıfının öğretmeni Sevgili İhsan hoca ile birlikte giriyor. İhsan hoca bize dönüp Monsiur Conseil'in sene boyunca kullanacağımız ders materyalleri ile ilgili ince detayları veriyor. 6 ortalı, düz çizgili harita metot defteri, kenar çizgisiz !!! Bir adet "silinebilir" mavi, kırmızı ve yeşil tükenmez kalem. Emar marka 😅 Emar acaba günümüzün Pilot MR'ımı emin değilim. Silinebilir kalem mi? Nasıl yani? Tükenmez ama siliniyor. Olacak şey değil. Bir sonraki hafta sonu evci çıktığımda ailem seferber oluyor kalemleri bulmak için. Kadıköy'de zamanın en büyük kırtasiye dükkanı Gençlik Kitabevine gidiliyor. Bulamıyoruz. Çok korkuyorum bulamayacağız diye. Bir aile dostumuz Tahtakale'den getiriyor.
O defter ve o kalemler ile başlıyoruz hep birlikte, aynı anda, ayrışmadan, ötekileştirilmeden, eşit imkanlarla, sade, yalın. Benim bazen sayı 24 iken bile tahammül edemediğim yorucu sınıf kalabalıklarımda, uzun boylu, sakallı, mavi çakır gözlü adam bir bakışı ile hizaya soktuğu 37 öğrenciyi ilmek ilmek işliyor. Her sayfanın sol başına 3 cm genişliğinde kırmızı kalem ile dikey çizgi çekiliyor, her sayfanın üst sayfa ortasına sayfa numarası yazılıyor, sağ ve sol başına tire konuluyor, altına o sayının okunuşu yazılıyor. 37 öğrencinin de otuzuncu sayfasının 12. satırında bugün bile açsanız aynı cümle yazıyor. Fiil çekimleri kırmızı ile isim olan her yeni sözcük yeşil ile ve ana metin hep mavi ile. Bu nasıl bir özveri, bu nasıl bir öğretim rol modeli ve bu hangi dürtü mesleğimin yirmisekizinci yılında ben bugün bile hayret ediyor, idrak edemiyorum.
Derken hayatımıza çoluk çombalak Thibaut ailesi giriyor.
"Voilà Monsieur Thibaut, Voilà Madame Thibaut"
.jpeg)
Ne çok ağladığımı fısıldadım kulağına bugün 84 yılı Mart ayı karnemdeki kötü puanları aldığım zamanı hatırlayarak. Öyle güzel teselli etti ki sözleriyle, çocuk yaralarım şifa buldu sayesinde. Birlikte inceledik karnemi ve öğretmen olduğumu duyunca çok mutlu oldu. "Eminim sen de öğrencilerin için çok kıymetlisindir dedi bana. "Tırnağın bile olamam, Monsieur." dedim ama sayende çok şükür hepimiz adam olduk.
❤️💛 Çok yaşa Monsieur ❤️💛
Her zaman kalbimizdesin.